Bilgisayarlar Nasıl Evrimleşti?

Bilgisayarın tarihi aslında oldukça şaşırtıcı. Yakın zamana kadar bilgisayar fikrinin gerçekte ne kadar eski olduğunu bilmiyorduk. İşte geçmişten günümüze bilgisayarların nasıl evrimleştiğine dair hızlı bir bakış:

İlk bilgisayarlar (1944’ten önce) mekanikti ve elektrikle çalışmıyordu. Bazı deneysel bilgisayarlar elektrikli ve mekanik bilgisayarların bir kombinasyonuydu. Ancak deneysel bilgisayarlar ne tamamen mekanik ne de tamamen elektrikli bilgisayarlar kadar başarılıydılar.

Çoğu zaman olduğu gibi, yeniliği gerçekten teşvik etmek için savaşın patlak vermesi gerekiyordu. Tamamen elektrikle çalıştığı bilinen ilk bilgisayara “Colossus” adı verildi. Bu bilgisayar, İttifak Devletleri tarafından İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru şifrelerin kırılmasına yardımcı olmak için kullanıldı. Colossus, Zeus Z3 adlı İtilaf Devletleri tarafından kullanılan bir makineden esinlenilmiş olabilir. Ancak Zeus Z3 elektro-mekanik bir bilgisayardı. Birkaç yıl sonra, Amerika Birleşik Devletleri, ENIAC adını verdikleri kendi Colossus versiyonunu üretti.

1950’lerin sonuna kadar bilgisayarlar çok büyüktü ve onları yerleştirmek için koca bir odaya ihtiyaç vardı. Birazdan bahsedeceğimiz gibi bilgisayarlar elektrik akımını değiştirerek çalışır ve o günlerde bu işi yapmak için vakum tüpler gerekiyordu. Bu devasa bilgisayarlar “ana bilgisayar” olarak da bilinir. Bu tür bilgisayarlar bugün hala üretilmekte, ancak modern parçalar kullanılarak bu ana bilgisayarlar daha modern ve daha güçlü hale geldi.

Kullanılan vakum tüpler de fazlasıyla büyüktü. Çalışırken çok ısınıyordu ve çalışan bir bilgisayar üretmek için binlercesine ihtiyaç vardı. Ayrıca çok fazla enerji ve güç tüketiyordu. Bugün birinin evinde ENIAC’ın çalışan bir kopyası olsaydı, onu çalıştırmak saatte yaklaşık 20 dolara mal olurdu.

Daha sonra, 60’lı yıllarda bilgisayarlar, vakum tüplerinden daha küçük, daha verimli ve çok daha ucuz olan transistörlerle üretilmeye başlandı. Bu sayede, bütün bir odaya ihtiyaç duyan bir bilgisayar, artık hemen hemen küçük bir dolap boyutu kadar yer kaplayacaktı. Bu daha küçük bilgisayarlar “mini bilgisayarlar” olarak tanındı.

Bir sonraki büyük sıçrama, mikroişlemcinin icadıydı. Bir mikroişlemcinin diğer adı “entegre edilmiş devre çipi”dir. Bunun nedeni, tüm devrelerin tek bir bileşende toplanmasına izin vermesidir. Zamanla, bu çipler küçüldükçe küçülürken aynı zamanda daha güçlü hale geldi. Ne yazık ki çipler küçüldükçe ve güçlendikçe, ısıl verimliliği düştü.

Artık, ilk defa bir masanın üstüne koyulabilecek kadar küçük bilgisayarlar üretilebiliyordu. Bunlar, o kadar küçük olmadıkları için biraz yanıltıcı bir isim olan ilk mikrobilgisayarlardı. İlk mikrobilgisayarların, boyut olarak küçüklüğü etkileyiciydi, ancak işlem yeteneği bakımından biraz geriledi.

Karşılaştırmak için, 30 yıldan fazla bir süre önce inşa edilen elektro-mekanik Zeus Z3, 22 bitlik bir bilgisayardı (bilgisayarda “bit”, “ikili basamak” için bir kısaltmadır). Birçok erken mikrobilgisayar sadece 8 bitlik makinelerdi. Yine de tasarımlarındaki teknoloji ve diğer geliştirmeler sayesinde bir Z3’ten daha hızlı ve çok daha verimliydiler.

Bilgisayarların evrimindeki bir diğer büyük adım, 1977’de Apple II adındaki bilgisayarın piyasaya sürülmesiyle atıldı (Apple, 2’yi temsil etmek için Roma rakamıyla II’yi kullanmayı seçti, 11 ile karıştırılmamalıdır). Bu bilgisayarın devrim niteliğinde olmasının nedeni, entegre bir klavye ve 40 x 24 karakterlik bir VDU içermesiydi. Orijinal Apple II, veri depolamak için kasetler kullandı. Ardından teknoloji geliştikçe 5,25″ disket sürücülere yükseltildi.

Apple II’nin en büyük dezavantajı, gülünç derecede yüksek fiyatıydı – Apple’ın bugüne kadar sürdürmeye devam ettiği bir gelenek – bu durum Apple’ı, ev kullanıcılarının çoğunun ulaşamayacağı bir yer konumuna getirdi. İlk müşterilerin çoğu, birkaç varlıklı ev kullanıcısı dışında, işletmeler ve okullardı.

Apple’ın “ev bilgisayarlarını”, bu kadar yüksek fiyatlandırma hatası (veya açgözlülüğü), birçok rakibinin pazara önemli ölçüde daha düşük fiyatlardan girmesine ve Apple’a karşı agresif bir şekilde rekabet etmesine sebep oldu. 1980’lerin başında, ev bilgisayarı pazarındaki ana rakip Commodore’du. Commodore’un ürettiği C64 hem aynı teknolojinin çoğunu kullanırken hem de Apple II’nin fiyatının üçte biri kadardı. C64 ayrıca daha iyi grafiklere ve ses sistemine sahipti. Bu da onu oyunlar için daha cazip bir hale getirdi. Ancak Apple’ın iş ve eğitim kullanıcıları için çok daha geniş bir yazılım yelpazesi bulunuyordu.

İlk IBM PC’nin piyasaya sürülmesiyle birlikte IBM mikrobilgisayar pazarına girmiş oldu fakat bu giriş pek parlak değildi. Apple II’den sadece biraz daha ucuzdu, dolayısıyla ilginin çoğu işletmelerden ve okullardan geliyordu.

Ancak PC’nin icadında, “açık mimari”yi kullanma kararı, bilgisayarların evriminde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu sayede ortak pazarda bulunan standart parçaların kullanılabilecekti. Böylece teknisyenlerin hatalı parçaları tamir etmesini ve değiştirmesini kolaylaştı. Bilgisayarlar ucuz olmadığı için alınan bu karar, ticaretle ilgilenen müşterileri fazlasıyla memnun etti.

İş piyasası PC’ye âşık olduğundan, PC ile Apple bilgisayarları arasındaki yazılım yelpazesi farkı hızla kapandı. Yüksek fiyat etiketi nedeniyle, diğer mikrobilgisayarlar hala iç pazara hükmediyordu. Diğer şirketler, IBM PC’nin çalışma şeklini taklit etmenin yasal bir yolunu bulduğunda her şey değişti.

Bu makineler PC klonları olarak nam saldı ve IBM’nin maliyetleriyle karşı karşıya kalmadıkları için, “PC klonlarını” gerçek bir IBM PC’den çok daha ucuza satabiliyorlardı. Bu yalnızca IBM’nin kişisel bilgisayar pazarındaki sonunun başlangıcı değildi, aynı zamanda Apple’ın Apple II ve Macintosh bilgisayarları hariç, piyasadaki hemen hemen tüm diğer ev bilgisayarlarının sonunun başlangıcıydı.

PC klonları 1990’ların başlarında endüstri standardı haline geldiğinde, PC’nin yazılım yelpazesi daha da arttı. Neredeyse piyasadaki tüm yazılımlar sadece PC kullanımı için yazıldı. Sadece bazıları marka ismini değiştiren Apple Mac ile uyumlu olacak şekilde dönüştürüldü.

Microsoft Windows 95’in başarısı her şeyi yeniden değiştirdi. Böylece çoğu yazılımın ve donanımın Windows’a uyumlu olması gerekiyordu. Bu da Microsoft’un İşletim Sistemi pazarına daha da güçlü bir şekilde hâkim olmasını sağladı. Geliştiricilerin Windows uyumlu yazılımları daha kolay ve daha hızlı oluşturmasına olanak tanıyan Visual Studio programlama paketinin yaygın olarak kullanılması bu süreci pekiştirdi.

Bu yenilik, ücretsiz açık kaynaklı bir işletim sistemi olan ve İşletim Sistemi pazarına yeni adım atan Linux’un, erkenden başarı yakalamasına engel oldu. Windows yazılımı pazara hâlâ hakimdi, ancak Linux’un kullanımı çok daha kolay hale geldiği ve ücretsiz olduğu için Linux için yazılım yelpazesi de artıyordu. Hewlett Packard gibi donanım üreticileri, ürünlerinin Linux uyumlu olmasını sağlamaya başladı.

1990’ların sonuna doğru, cep telefonları, internet sayfalarına erişim de dahil olmak üzere, giderek daha iyi bilgi işlem özelliklerine sahip olmaya başladı. Cep telefonları, başta, hala popüler (ama modası geçmiş) olan Blackberry gibi bir PDA tasarımına sahipti. Ardından Apple, iPhone ve iPad’i piyasaya sürdü ve her şey bir kez daha değişti.

Bu yeni telefon ve tabletlerin en ilginç özelliği, entegre tuş takımı konseptini tamamen kaldırıp dokunmatik ekran tasarımına geçmeleriydi. Bir klavyeyi, bir mikrobilgisayara ilk entegre eden şirket, aynı zamanda klavyeyi cep telefonundan çıkaran ilk şirket oldu. Google ve daha sonra Microsoft, Apple’ın ayak izlerini takip etti ve “gelecek” sonunda geldi…. Neredeyse herkesin cebinde bilgisayar bulundurabileceği bir dünya.

Halihazırda geliştirilmekte olan bir sonraki adım, bilgisayar parçalarını doğrudan vücudumuza yerleştirilmesine izin verecek. Bu çok tartışmalı bir konu (bu, bazı insanların hoşuna gidiyor, ancak diğer birçok insan bundan hoşlanmıyor) ve bu yüzden de halihazırdaki gelişmeler yavaşlatıldı. Şimdilik, akıllı telefonlar ve biyonik aletler arasındaki boşluk, giyilebilir teknoloji tarafından dolduruluyor.

Teknolojiyi vücudunuza doğrudan yerleştirmek ile giyilebilir olarak kullanmak arasında bir seçim yapmanız gerekseydi, neyi seçerdiniz ve neden? Bu teknolojinin vücudunuzda bulunmasıyla ilgili olabilecek bazı riskleri düşünün, aynı zamanda herhangi bir şeyi taşımak veya giymek zorunda kalmamanın rahatlığını da düşünün.

Birçok kişi, bu durumu mahremiyetlerine yönelik potansiyel bir tehdit olarak görüyor. İnsanlar, implante edilmiş bir cihazın kötü niyetli bir şekilde saldırıya uğrama olasılığından, arızalanmasından ve bunun sonucunda sorunlara yol açmasından endişe duymaktadır. Bir sonraki teknoloji dalgası üzerine düşünmelisiniz, muhtemelen bunun bir parçası olacaksınız.

Kaynak: https://www.juniorcoders.ca/blog/how-computers-evolved/

Kriptoparalar hakkında; merak ettikleriniz, öğrenmek istedikleriniz, soru-cevap, güncel analizler için Telegram kanalımızda bizi takip edin ve iletişimde kalın. KoinSaati’nin Telegram Kanalına katılmak için tıklayınız.

Garen Varjabetoğlu tarafından yazıldı.

Fransa'da, Nice Sophia Antipolis Üniversitesi'nde Ekonomi-Yönetim bölümünden mezun oldum. Fransızca ve İngilizce dillerine hâkimim. Bir süre özel sektörde çalıştıktan sonra, blokzinciri teknolojisiyle tanıştım ve kendimi bu alanda geliştirmekteyim.

Türk Kripto Fenomenleri

Türk Kripto Fenomenleri Bu Hafta Neler Konuştu | 29 Ağustos 2021

vitalik buterin, ethereum

Vitalik Buterin: 27 Yaşındaki Kripto Milyarderinin Hikayesi